19 Ocak 2015 Pazartesi

Başlamadan biten bir aşkın kısa özeti....


Adam: Bu güzel günlerde bu küçük sahil kentinde olmanı isterdim benimle birlikte. Küçük ama şirin bir dünya görünür baktığım yerden.

Kadın: Bunun olamayacağını biliyorsun daha önce kararımı net bir şekilde söylemiştim sana.


Adam: Belki fikrinin değişebileceğine inanmak istedim sadece.

Kadın: Böyle bir intiba uyandırdıysam sende kusura bakma lütfen. Canının yanmasını istemem.


Adam: İnsanların değişebileceğine inanırım hep. Dünkü senin hayalleri ve hayal kırıklıkları şimdiki seni yarattı oysa. Tıpkı bugün konuştuğum senin yarın konuşacağım sen olmayacağı gibi..

Kadın: Evet bazı şeyler değişir, bazı şeylerse değişmez.



Adam: Bazı şeyler değişmez, senin değişeceğin gerçeği gibi ve evet bazı şeyler de 'değişmez' sana olan hislerim gibi..

Kadın: Birbirimizi bu kadar yanlış zamanlarda tanımış olmak istemezdim. Keşke çok daha önceden farkında olsaydık. Oysa ben sana erken geldim, sense bana geç kaldın.


Adam: Aynı zamandayız. Ne dünün pişmanlıkları ne de yarının bize sırtını döndüğü o umutsuzluğun gölgesinde!

Kadın: Zaman geçtikçe insan zayıf düşer. Eskiyen bedeni gibi yorgun zihninin başıboşluğunda kendinden geçer. Kelimeler yorulur dilin ucunda. Belki de umursamazlıkla korku arasında bir histeridir bu.


Adam: Seni her halinle kabul ediyorum. Yoksa yeterince güvenilir mi değilim sence?

Kadın: Ne kendimi anlatmak ne de seni anlamak istiyorumdur belki de...


Adam: Ben de elimden geleni yapmak istiyorumdur belki de! Gözlerim gözlerin, gözlerin gözlerim olsun ve bakışlarımızın buluştuğu yerden aynı yere bakalım istiyorumdur belki de..

Kadın: Tutamayacağın sözler vermekten korkmuyor musun peki? Ya seni seversem ve beni terk edersen?



Adam: Ya seni seversem ve sen beni terk edersen?

Kadın: Ya seni sevemezsem ve kalbini kırarsam?

Adam: Ya çok mutlu olursak ve birbirimiz için birbirimizle beraber varsak? Bir ömür cevabı verilmemiş bir soruyla yaşamaktan daha mı acı verici olurdu sence?!



Kadın: ........



....ve kadın gitti....ve bir aşk başlamadan bitti!



 

 
 




                Kendime ait yerime o kadar uzun zamandır uğramadım ki.... Kendimi unutmuşum meğerse!
Kalemimin tozunu alıp yazmaya devam etme zamanımın geldiğini, çok eskiden tanıdığım bir arkadaşım sayesinde anlamış bulunmaktayım... Kendisine teşekkür ediyorum... Bana beni hatırlattığı için....
 
 

8 Kasım 2011 Salı

Mevsim Sonbahar...Yaprak Dökümü...

Mevsim sonbahar...Ağaçlar yapraklarını döküyor ve kışa hazırlanıyor. Aslında doğa kendini yenilmek için hazırlık yapıyor...
Mevsim bende de sonbahar... Şu sıralar ben de yaprak dökümleri yaşıyorum. Ancak benim hayat ağacımın yaprakları kendi kendine dökülmüyor. Ben ağacıma sopayla vuruyorum, sağlam olmayanlar, ağacı sıkı tutmayanlar düşüyorlar! Gereksiz yapraklardan arındırırsan ağacını, kışın yorulmaz ve bahara daha güçlü çıkar...Tıpkı hayatından gereksiz yükleri çıkarıp, yeni hayata hafifliğin huzuruyla başlamak gibi..... Farkında olmadan o kadar gereksiz yükleri omuzlanıyoruz ki haliyle o yükleri taşımaktan yoruluyoruz. Yaşam enerjimizi gereksiz yere o yükleri taşırken tüketiyoruz. Sonrasında yaşamdan zevk alamadığımızdan, mutsuz oluşumuzdan dem vuruyoruz...Hayır yaşamak bu değil...Yaşamak, mutlu olmak için tüm kapıları zorlamaktır, zorlanmak değil! Omzumda taşıdığım gereksiz insan yüklerini, gereksiz sorumlulukları bir kenara bırakıp yola devam etmek şu aşamada benim için en doğru tercihti.... Yüklerimden arındığım vakit hayata yeniden başlamaya hazır olacağım. Gereksiz yükler yavaşlatır, yavanlaştırır... Şimdi yapraklarımı döküyorum, isteyerek yapıyorum bunu... Evet canım yanıyor, yanmıyor değil ama bunu yapmalıyım...Nietzsche' nin dediği gibi 'kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini: Önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki?'....
Mevsim sonbahar...Yapraklarımı kendi ellerimle döküyorum; daha iyi olmak için...yeni olmak için ve en önemlisi mutlu olmak için....

4 Kasım 2011 Cuma

Yalnız Bir Opera

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim;
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim















İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın geçmişim,
Dile dökülmeyenin tenhalığında,
Kaçırılan bakışlarda,
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında,
Zaman zaman geri tepip duruyordu ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,

Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim...

Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, ratsgele bir ilişki gibi başlayıp,
Gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan,
Benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin...


Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim.

Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine,
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu....


Yaz başıydı gittiğinde.
Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,
değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?

"Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda...
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zamanı..
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını...


Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri...
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı...
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.

Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.


Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin.Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.

Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana...

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca,
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?


Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.

Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi...
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz....

Kış başlıyor sevgilim,
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor.
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan...
Oysa yapacak ne çok şey vardı ve ne kadar az zaman...
Kış başlıyor sevgilim,
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati,
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye.
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor,
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.


Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...


Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır,
İçinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun,

Para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar,
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
Gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz
Dışarıda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla....


Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saatin tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğünüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara,
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi...
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye,

Ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi
Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi...
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar


Denemeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar....

Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.

Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onlar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet.

Kolay değildir bunlarla baş etmek,
Uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman...
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker.

Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız,
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir...


Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.

Yoksa gerçekten bitmişsinizdir.
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları önemi kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.

Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık,
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan...
Herşeye iyi gelen Zaman sizi kanatır!

Ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla,
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış bir ilişkiyi,

Duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün...
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada.
Ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla,
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda!


Bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.

Bakışımlı mevsimlerden,
İkindi yağmurlarını bekleyen yaz sonu hüzünlerinden,
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim,
Geçti her çağın bitki örtüsünden...
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından bakarken dünyaya
Yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
Çiçek adlarını ezberlemekten geldim,
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların unuttuklarını hatırlamaktan,
Uzak uzak yolları tarif etmekten,
Haydutluktan ve melankoliden,
Giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden,
Duyarlılığın gece mekteplerinden geldim.
Bütünlemeli çocuklarla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim...

Bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim?
Yaram vardı...Bir de sözcükler...
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi sayfalar ve günler,
Işık istiyordu yalnızlığım,
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.

Karardı dizeler...
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden...


Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım.
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde,
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim,
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu,
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk,
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak yani çoğalarak,
Tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında,
Ağır ve acı tanıklıklardan,
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim...
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu...
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim...
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi,
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için...
Panayır yerleri... panayır yerleri...
Ölü kelebekler... ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye,
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?


İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar ve toy yaşın bilmediği hesap:

Işık hızı

AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN
AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN...
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler, gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu,
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler, ilerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama,
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta...
Yeniden yollara düşerler, düşerim...
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim.

Bitmemiş bir şiirin ortasında,
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey.....

Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden


Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen .....
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren




MURATHAN MUNGAN

2 Kasım 2011 Çarşamba

başlıksız....

Şu sıralar çok iyi hissetmiyorum kendimi...Mezun olup evde oturmak sanırım zorluyor biraz ve süre gelen diğer hayatsal faaliyetlerin aksaması da kötü etkiliyor beni...ama kendimi iyi hissetmemi sağlayacak birşeyler bulmaya ve hayata tutunmaya çalışıyorum.Mesela şu sıralar bana terapi gibi gelen şey müzik...Özellikle alternatif sesler ve eski şarkılar...
Yasmin Levy bunlardan biri ve sanırım duygusal bir bağ kurduğum için en önemlisi...O yüzden ondan bahsetmeyi kaydadeğer buluyorum...Yasminle tanışmam yakın arkadaşlarımdan biri olan Rukiye sayesinde oldu..Yasmin'in sesi bana beni anlatıyor sanki.O kadar hissederek, o kadar içten bir şekilde söylüyor ki daha öncede söylediğim gibi onunla aramda bağ oluşturdum resmen.Bir kaç röportajını ve biyografisini okudum.Kurduğum bağın anlamsız olmadığını gördüm çünkü o da benim gibi hayatı mantığıyla değil duygularıyla algılayıp, yaşayan bir insanmış.Belki de bu kadar güzel şarkı söylemesinin sebebi budur...Tahmin edilenin aksine şuan Yasmin dinlemiyorum bu yazımı yazarken :) Çoook eski bir şarkı dinliyorum, Rafet El Roman pek sevmem ama nereden geldiyse aklıma onun 'neredesin' şarkısını dinliyorum..Bu şarkı, -sözleri her ne kadar aşktan bahsetse de- bana çok daha farklı şeyler anımsatıyor...O yaz yani bu şarkının çıktığı yaz dedemi kaybetmiştik-'97 yılıydı; bu şarkı bana...ölüm acısıyla küçük yaşta tanışmamı... (ölüm acısının) kor gibi yanan ateşin zamanla kül olup,içten içe yanmaya devam edebildiğini, sevdiğin birini kaybetmenin o kekremsi acısını hatırlatıyor... Bunları hatırlamak kötü değil benim için. Nietzsche'nin çok sevdiğim bir sözü vardır: 'beni öldürmeyen şey beni güçlü kılar'diye...İşte beni güçlü kılan şeylerin ayırdına vardığım, büyüme evresine geçtiğim anların farkındalığı...Hatta duygusal olarak büyümekle kalmadım o yaz...Ortaokula başladım sonbaharda ve bu şarkı okulun ilk günü, yeni okul üniformamı giyerken ve sabah kahvaltısında eşlik etmişti bana... İşte insanın hayatında bazı dönüm noktaları vardır.Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin onları hafızamızın bir köşesine iliştiririz ve en ince ayrıntısına kadar hatırlarız...Hoş ben de fil hafızası olduğu rivayetleri dolanıyor etrafta ama sanmıyorum ben :)

Hayatımızda hep güzel dönüm noktaları olması ümidiyle...Şimdilik Hoşça'kalalım...

16 Ekim 2011 Pazar

yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var.....

Her yaşadığımız güzel ya da acı verici olay bize birşeyler katarken,bizden de birşeyler eksiltiyor...Sabrımız ya da tahamül sınırımız düşüyor,giderek yalnızlaşıyoruz,iletişim kurmak konusunda daha çekingen davranıyoruz,davranışlarımızı geçmişteki olaylar belirliyor...v.s.
Dün gece uzun süredir görmediğim biriyle karşılaştıktan sonra anladım ki yaşadıklarım bana susmayı öğretmiş.Çünkü duygularımı ve yaşadıklarımı Ataol Behramoğlu'nun dediği gibi yoğunluğuna yaşamışım.Ha deyince söküp içimden atamayacaklarım var benim...İnsanların içlerinden birçok şeyi söküp attıklarına dair söylemleri doğruysa eğer, bunun sırrına muvaffak olmak isterim doğrusu...
Aslında hayatı doğru algılamak,bir çok şeyi yoğunluğuna yaşamaktan mı geçiryor diye soruyorum kendime.Bunun cevabını henüz bulmuş değilim ama sığ bir zihinle ortalarda dolaşmak ve duygusuz olmak,basit yaşamak benim tarzım olmadığı aşikar!

.....yaşadıklarımdan öğrendiğim birşey var,
yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın....
...
....
....
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana!

                                

30 Ocak 2011 Pazar

Dünyanın Her Yerine Gidilebilir mi?

Dünyanın heryerine gidilebilir mi diye düşünürdüm hep...Çocukluğumun o büyülü dünyasına sığmazdı dünya..Kocaman gelirdi ama büyüdükçe insanın hayalleri gibi dünyada küçülüyor gözünde.Şuan heryer gidilebilirmiş hissi uyandırıyor bende.EVS projelerini tesadüf eseri katıldığım bir davet sonucu, karşılaştığım biri anlattı bana.İçimde bitmek tükenmek bilmeyen ancak uyuklayan gitme isteğimi yeniden uyandırdı bu fikir.Fransa'ya gitmek istiyorum.Fransa'nın o kendine has, meşakatli ama bize çoğunlukla egzotik gelen dilini yani Fransızca'yı öğrenmek istiyorum...Eğer ben dün o davete gitmemiş olsa idim şuan bunları düşünmek ve yazmak yerine, muhtemelen TV karşısında uyukluyor olacaktım.Sanırım bazen fırsatları biz yaratıyoruz, doğru yerde,doğru insanlarla karşılaşmak gibi...Bakalım gidebilecek miyim? Belki bundan birkaç ay sonra Fransa'dan yazıyor olurum...Hayat...Verdiklerin ve vermediklerinle bizi sınıyorsun...Teşekkürler...

Simge GÖNÜL